SLOW CHEESE BODRUM-YAVEŞ GARİ
Adil, temiz, lezzetli ve yerel gıdayı desteklemek.
Sevgili dostumuz Oya Emerk ve festival komitesinin daveti ile 2. Slow Cheese Bodrum peynir festivalinde idik.
II. Slow Cheese Bodrum, Milas Peynir Festivali 2-5 Mart 2017'de yine Milas Tarım ve Hayvancılık Fuarı ile eş zamanlı olarak Bodrum ve Milas'ta gerçekleşti.. Kaybolan lezzetlerimizden ülkemizin her yöresinden gelen mandracı konukların yerel peynirlerini tattık.. Ulusal ve yabancı peynirciler, hijyen uzmanları, mühendisler çiğ sütten yapılan peynirleri, Tarım Bakanlığı'mızın bakışını, gerçek gıdaya ulaşımımızın hızla yok olduğu yaşamımızda gelenekselliği korumayı tartıştıştık; Gastronomi ve Otelcilik Meslek Liseleri ile Muğla Üniversitesi'nin Milas Yerleşke'sindeki Yüksek Okul'unda çiftçilerin de katılımıyla öğrencilere peynir yapımı atelyelerine katıldık. Belediyeler'imizin, Ziraat Odaları'mızın, Süt Birlikleri'mizin ve Ekspolink Fuarcılık'ın her zamanki destekleri ile "Endüstriyelleşen Peynir Kültürümüzde Yerel Peynircilik Nasıl Var Olacak?" sorusuna hep birlikte yanıt aradık. Mağaralarda olgunlaşan, yüzlerce seneden beri kursak mayası ile yapılan, çiğ ve kaynatımış süt ile yapılan; desti, tulum,göğermiş gibi unutulmaya yüz tutmuş peynirlerin lezzetlerini tadımlarla tüketicilere ulaştırıldı. Panel, sergiler, kitap imza etkinliklerine katıldık. Milas ve Bodrum'un lokantalarında da etkinliklere özel " Peynirli Menüler" in tadımlarına katıldık
Slow city, slow food, slow cheese.
http://www.slowcheesebodrum.com/
Bense sizinle bu konudaki izlenimlerimi paylaşacağım.
Sanayi devrimi sonrası özellikle 19. yüzyılda insanlar hayaller kurdular ve 20. yüzyılda bu kurdukları hayalleri gerçekleştirmeye çalıştılar.
20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşının da körüklemesi ile hızlı yaşam, hayatı standart yaşama biçimi haline dönüştü. Üretim hızlandıkça, pazarın genişlemesi ve malların satılabilir olması için tüketimi de hızlandırmak gerekiyordu. Hep acele, hızlı, çabuk, genç. Geleneksel ve yerel olan adeta hor görülür, dışlanır oldu.
Giydiklerimiz, yediklerimiz hatta tavırlarımız bile birbirinin aynı olmalı idi. Jean giyip, hamburger türü fast food ile karnımızı doyuracak, James Dean gibi bakışlar atıp, hızlı yaşayıp genç ölecektik. Forever young. Yaşlanmak ayıptı.
(Dikkat isterim. Artık ağırmış saçlarını bir olgunlaşma madalyası gibi gururla taşıyan yaşlı insanlarımız yok.)
Bana sorarsanız onların yok olması ile bilgelik de yok olmaya yüz tuttu.
Tanzanya'da bir kabileye konuk olan beyaz adamlara kabilenin yaşlı bilgeleri ''sizde yaşlılar meclisi nasıl çalışır'' diye sorunca beyaz adamın cevabı ''bizde yaşlılar meclisi yok, yaşlanınca insanlar genelde huzurevlerinde yalnız yaşar'' olunca bilgeler '' hemen geldiğiniz yere dönün ve yaşlılar meclisi kurun, yoksa
gittiğiniz yolda kaybolursunuz'' tavsiyesi alırlar.
Yaşı genç olanlar hatırlamaz, şimdi nargile kahvelerine dönüşen Tophane'deki dükkanlar Amerikan pazarı idi ve bizim kot pantolon tabir ettiğimiz jeanler kaçak yoldan gelip orada satılırdı. Mc Donalds Taksimde ilk şubesini açtığı zaman önünde aylarca sonu gelmez kuyruklar oluşturduk. Tüketirken tükenmek.
Tabi bunu desteklemek ve yaymak ta Hollywood'un yarattığı ikonlar yardımı ile ayrı bir endüstri haline dönüştü.
Üretim artışı öyle bir noktaya geldi ki 10, 12 yıl öncesinin rakamları ile dünyada üretilen toplam meta 7 milyar değil 49 milyar insana yetecek hale geldi. Fakat gel gör ki bunca üretime rağmen dünyada yoksulluk azalmak bir yana çoğaldı.
Artık biliyoruz sorunun büyüğü üretim değil üleşim sorunu. Ve dünyada açlık ve yoksulluk fakirleri değil zenginleri doyuramadığımız için var.
İşte herşeyin olduğu gibi bunca ve çoğu gereksiz üretimin de bir bedeli olacaktı.
Doğanın kendi işleyiş ve dönüşüm dengesine saygı duymak bir yana
fiziki ve kimyasal müdahellerle bu dengeyi bozarak çevre felaketlerine sebep olduk. Ürünlerin genleri ile oynadık.
Fakat olayın özeti ''Ne ekerse onu biçersin''di.
Hormon ile büyüttüğümüz gıdaları yedik, kendi hormonal dengelerimiz bozuldu.
Daha kolay hastalanır olduk. Hastalık ve rahatsızlık çeşitliliği arttı.
Hızlı yaşam aynı zamanda daha fazla stres ve daha fazla depresyon oldu.
Depresyon ilaçlarının tüketimi anlatılmaz ve inanılmaz boyutlarına ulaştı.
O kadar hızlandık ki vücudumuz ruhlarımızın önüne geçti.
Sıra geldi YAVAŞlamaya.
Daha insanca, daha uyumlu, daha huzurlu yaşamak için yavaşlamak.
Bilinen hikayedir. Tavşan ve kaplumbağ.
Tavşan hızlı olanıdır. Ömür ortalaması 9 yıl.
Kaplumbağ yavaşı. Ortalama 150 yıl yaşar.
Yavaşlamak için bu bile yeterli bir neden.
Geldik bu hoş festivalin ayrıntılarına;
İlk gün Bodrum-Milas hava limanında gönüllüler tarafından karşılanıp Whisky travel aracı ile Muğla'ya geçtik. Bir esnaf lokantasında çok lezzetli yemekler yedikten sonra Muğla Büyükşehir Belediyesine konuk olduk.
Muğla arkeoloji ve etnografya müzesini gezip, 5-9 milyon yıllık fosilleri, arkeolojik kalıntıları görüp nasıl bir zengin coğrafyanın mirascısı olduğumuzun sevincini bir kez daha yaşadık. Bir de eski CEZA'EVİNİN MÜZEYE DÖNÜŞMESİ ayrı bir mutluluk kaynağı oldu. Darısı diğerlerinin başına.
Belediye bünyesinde yapılan yerli tohumları koruma ve yaşatma çalışmaları konusunda bilgiler aldık. Tohum konusunda olup bitenler ve dünya kartellerinin pervasız saldırıları, pazarı domine etme çabaları içimizi burkar ve gözümüzü korkuturken, bu dinlediklerimiz, ümidimizi arttırdı, yüzümüzü bir parça olsun aydınlattı.
Yeri gelmişken yerli tohumları koruma çabası slow food'un iştigal alanlarından biridir.
Çoçuğumuzun bu sınıfta değil de,
İlkinde kalabalık nedeni ile bilgi tamamına yeterince aktarılamaz. Dolayısı ile biribirinin benzeri, yaratıcılıktan uzak tatsız tuzsuz nesiler yetişir.
Aynı gerekçeler tarım ürünleri için geçerlidir.
Doğalında tek tip yoktur. Lezzet sonsuz.
Farklılık zenginliktir, aynı zamanda.
Sunumdan sonra yine Whiskytravel aracı ile Akyaka'ya büyük ustalardan Nail Çakırhan'ın Muğla evini görmeye gittik. Akyaka da, sanat şahaseri ev de bize yoldaşı Nazım'ın dizeleri ile ''Dünya güzel, içim rahat'' dedirtti.
Akşam Muğla Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği kokteyle katılıp, katılımcı peynir üreticileri ile tanıştık ve ürünlerini tatma fırsatı yakaladık.
Akabinde konaklamak üzere festival sponsorlarından Tasarım Vakfının Yalıkavak'ta bulunan yerine ulaştık. Tasarım Vakfı. Biz Tasarım Vakfı'na Tasarım Vakfı zeytin bahçesine konuk.
İkinci günün sabahında Tasarım Vakfındaki güzel bir kahvaltıdan sonra Turgutreiste Meslek Lisesinde Avusturyalı şeften peynir yapımını dinledik.
Öğlen yemeği diyeceğim fakat yediklerimizi tanımlamakta yetersiz kalacak, Konacıkta Kısmet Lokantası. Lezzete de sohbete de doyup kalktık.
Baharın müjdecisi güneşli bir günde Bodrum. Bodrum Bodrum.
Akşamında da marinada, La Tapa'da peynir ve şarap eşleşmesi dinleyerek günü noktaladık.
Üçüncü gün, yine Tasarım Vakfı, yine güzel kahvaltı fakat bu defa Faruk Malhan'ın eşssiz sohbeti ile başladı.
Gün nasıl başlarsa öyle gidermiş.
Selia çiftliği. Eşsiz şaraplar, mahzen, güleryüzlü konukseverlik.
En zor bölümü, son gün.
Bu güzel organizasyona ve tekrar buluşmak ve ayrılmamak dileği ile Bodrum'a hoşcakal demek.
Yorumlar
Yorum Gönder